Rabbimizin sayısız lütufları içerisinde yaşıyoruz ömrümüzü. Farkında olsak da olmasak da her anımız için sayısız şükür sebebimiz var esasında…Sayısız lütuflarından biri de belki de çoğumuzun aklına gelmeyen, ama matematiksel olarak da açık bir ispatla hakikati olan önemli bir husus var. Yaradan, bizlere iyi dinleyelim, iyi duyalım ama az konuşalım diye iki kulak, fakat tek bir ağız lütfetmiş. Hani az konuş, çok dinle der gibi… Ya da bir konuş, iki dinle gibi.. nereden bakarsak bakalım konuşmaktan kendimizi alamadığımız, konuşmayı dinlemekten daha çok sevdiğimiz acı bir gerçek. Susmayı, dinlemeyi, söyleneni gerçekten duymayı unutmuş durumdayız. Tabii burada konuşmayı neden daha çok sevdiğimize bakmak gerek belki de… tabi ki çok konuşmanın da egodan olduğunu unutmayalım.
Zaman içerisinde elbette tartışmalara maruz kalabiliyoruz. İki taraf da hararetli bir biçimde konuştuğu zaman ne yazık ki kimse birbirini dinlemiyor, duymuyor ve o zaman da kalp kırıklıkları yaşanıyor. Çünkü herkes konuştuğu sürece karşı tarafı duymuyor ve herkes kendinin haklı olduğu zannıyla karşı tarafı suçluyor. Bu durumda bir tarafın susması en iyi çare olacaktır. Susunca haksız olmuyorsunuz. Haklılık konuşmakta, haksızlık susmakta değil. Susmak demek, konuşmamak demek de değil; sen sustuğun zaman aslında konuşan ve seni savunan birileri hep var. Peki, kim o birileri? Gelin şu kıssaya bir bakalım:
“Sevgili Peygamberimiz (sav) yakın dostu Hz. Ebubekir (ra) ile oturuyorlar. Medine’nin sıcak bir günü. Biraz sonra içeriye bir adam girer, etrafına baktıktan sonra Hz. Ebubekir’in (ra) yanına oturur ve hemen çirkin sözlerle Hz. Ebubekir’e saldırmaya başlar. Hakaret edip küçümsemeye çalışır, tacizde bulunur. Hz. Ebubekir (ra) ise onu sabırla dinler. Olaya şahit olan Hz. Peygamber (sav) bu saygısız insanın haddi aşan çirkin sözlerinden rahatsız olsa da bir an için susar. Adam nerede olduğunun, kimin huzurunda bulunduğunun farkında değilmiş gibi devam eder. Bu anlamaz adamın çirkin sözlerinden hayli rahatsız olmaya başlayan Hz. Ebubekir (ra) dayanamaz ve cevap vermeye başlar. Hz. Ebubekir (ra) sınırı aşmadan, bu terbiye sınırını aşanın terbiyesini vermeye çabalamaktadır aslında. Hz. Peygamberin (sav) huzurunda olduğunun farkında olan Hz. Ebubekir (ra) daha fazla susarsa Hz. Peygamberin (sav) rahatsız olacağını varsayar. Hz. Ebubekir’in (ra) cevap vermesi üzerine Peygamberimiz (sav) ayağa kalkar ve orayı terk eder. Hz. Peygamberin (sav) uzaklaştığını gören Hz. Ebubekir (ra) telaşlanır ve Peygamber’imizin (sav) arkasından koşar. Diğer yandan da heyecan ve korku içinde söylenmeye başlar: “Ey Allah’ın elçisi. Sizi rahatsız edecek bir şey mi yaptım? Yanlış bir şey yaptıysam Allah’tan af dilerim.” Hz. Peygamber (sav) döner ve çok sevdiği dostuna şöyle buyurur: “Ebubekir! Adam sana hakaret edip sataşmaya başladığında sen sustun. O esnada Yüce Allah’ın görevlendirdiği bir melek senin adına o adama cevap veriyor, sana da dua ediyordu. Sen sustukça melek seni savunuyor adama karşılık veriyordu. Ne zaman ki, sen de cevap vermeye başladın işte o anda o melek orayı terk etti ve şeytan oraya girdi. Ben şeytanın bulunduğu ortamda durmam. Benim orayı terk etmemin sebebi budur işte.” Evet, onlar meleklerdir. Biz sustuğumuzda bizim destekleyicilerimizdir. Sükûtun altın olduğu zaman ortaya çıkarlar, bir kelam edip tartışmanın ateşine doğru sürüklenmeye başladığımızda ise yok olurlar, çünkü melekler ateşle bir olamazlar. Meleklerin edepli oluşları, huzursuz ortamda bulunmayışlarına sebep olmaktadır. Bizi rahatsız eden kişilere karşı edebimizi koruyarak susabilmek en büyük erdemimiz olacaktır.
Savunucu melekleriniz çok olsun…