“…Küçük yatağında, başparmağı ağzında, cenin pozisyonunda yatan bu küçük bedeni ve o geceden sonra asla küçük kalamayacak olan kadın ruhuyla baş başa, sadece ağzına bastırdığı başparmağı arasından hıçkırıklarını da bastırmaya çalışarak sessizce ağlayabildi.”
Değerli okurlarım, bu haftaki yazıma “Döngü” isimli son kitabımdan bir bölüm alarak başlamak istedim. Henüz okumayanlar için kitapta yer alan çocuk istismarı konusunun maalesef ki gerçek bir yaşam öyküsünden kurgulanarak yazıldığını sizlerle de paylaşmak isterim. Neden çocuk istismarı konusunu da kitapta işlediğime yönelik pek çok soru aldım. Bu noktada, bu konunun susulup konuşulmaması değil; aksine bağır çağır söylenmesi gerektiğini düşünerek işlemeyi tercih ettim.
Ben kitabımda özellikle bahsettiğim istismar konusunu dilimin ve kalemimin elverdiğince aktarmaya çalışırken şahsen boğazımın düğümlendiği, kalemi istemsizce sıktığım ve yazarken en çok zorlandığım bir konuya değinmenin kişisel ve sosyal sorumluluğundan ötürü, yazmayı bırakmayıp devam ettiğim pek çok kitap arkası durumumdan bahsedebilirim. Ancak konumuz bundan çok daha önemli bir diğer yönde…
Çocuklara yapılan bu istismar belası gerçek hayatın maalesef ki ta kendisinde mevcut! Duymuşsunuzdur mutlaka Metin Şenay isimli sucunun, İstanbul Bağcılar’da çocuklara karşı yıllarca işlediği suçu… Bir sucu düşünün ki işletmesinin bir odasını sırf çocuklara kendince daha kolay saldırabilmek için ses geçirmez yalıtımla duvarlarını kaplatabilecek kadar çirkin bir plancı… Bir sucu düşünün ki okul çıkışlarında evlerine bırakacağı yalanıyla çocukları arabasına bindirip önceden hazırladığı çirkin mesajlarla süsleyip yaptığı istismarları da an be an kamera kayıtlarına alabilecek kadar da hesaplı hareket edip 2009 yılından beri delil yetersizliği sebebiyle aramızda dolaşabilen… Hatta bir sucu düşünün ki istismara uğrattığı çocuklardan birinin felç olmasına kadar ileri gitmekten de korkmayan…
İstismara uğrattığı çocuklar arasında baldızının iki çocuğu da yer alıyor ve tüm çocukları tehditle korkutup çirkin eylemini yıllardır sürdürmekten geri durmuyor. Ta ki bir çocuğun okuldan evine geciktiğinin fark edildiği ana kadar…
Bu kadar şeyden sonra söyleyebileceğim tek şey, bu suçlu sucunun artık eksiksiz bir biçimde tüm suç delillerinin tespit edilmiş olmasıdır. Ayrıca yüz yılı aşkın ceza talebi de bir diğer gelişme. Suçlular elbette cezasız kalmasın ancak benim aklım çocuklarda…
Bedeni, ruhu, kimliği, varlığı hatta yaşamı daha beş yaşlarındayken örselenmiş çocuklarda…
Çocuk istismarı… Söylerken bile kulağıma yavan gelen bir ifade ne yalan söyleyeyim! Bunlar istismardan çok daha fazlası! Bunlar, susmak zorunda kalmak… Bunlar, çocuk kalbinizle ailenizin duyarsa daha kötülerinin olabileceği endişesiyle katlanmak… Bunlar, çocuk bedeninde dahi olanlardan kendini suçlar hale gelmek… Bunlar, sebepsiz yere bitmeyen öfkelerle yoğrulmak… Bunlar istismardan çok daha fazlası bana göre.
O yüzden; çocuk onlar, korkabilirler, utanabilirler, saklamaya çalışabilirler, olmamış gibi yapmaya da çalışabilirler. Nihayetinde onlar çocuk, peki biz yetişkinler? Bizler neredeyiz onlar bağıramazken? Onların çığlıklarının sesi duyulmasın diye süngerlerle duvarları kaplanan odada onulmaz yaralar açılırken o küçük ruhlarda, biz yetişkinler neredeyiz? Hangi meşguliyetimiz bizi o sesleri duymaktan alıkoydu? Esas felç olan aslında, bizim gün geçtikçe önüne geçemediğimiz toplumsal çürüme yaşayan zihniyetler mi yoksa?
Bu konuda hepimizin boğazı düğümleniyor biliyorum. Sadece bilmediğim bir nokta var onu da sizlere danışmak istiyorum. Sizce yüz yılı aşsa bu sucuya uygulanacak ceza bedeli, yine de yetecek mi çocukların yaralanan ruhlarını onarmaya?
Kitaptan son bir alıntıyla bu sözlerimi noktalamak istiyorum, belki az da olsa bir yerlerde aynı satır aralarında bu defa, o boğaz düğümlenmelerinde birleştirebiliriz yolları diye…
“Bir de hiçbir dilde anlatılamaz küçük bir çocukken yaşatılan istismar acısı! Hiçbir dilde anlatılamaz dünyadan tiksinme duygusu… Dilsiz acılar vardır, dilsiz duygular da… Dili olmayan, boğazda düğümlenen cümleler de… Dilsizdir acısı, sapık zihinlerin sebep olduğu acılardaki gibi…” /DÖNGÜ/Safiye YILMAZER URUK