Kıymetli okurlarım, yüzyıllardır süregelen bir tartışmadan bahsedelim mi biraz da? Bu hafta gelin hep birlikte kim kimden daha güçlü, kim kimden daha duygusal ve kim kimden daha üstünmüş biraz irdeleyelim…
Aslında “üstün” kelimesinin kullanımı dahi benim gibi düşünen pek çok insanı rahatsız edebilir. Ancak yüzyıllardır süren kadın-erkek tartışmalarındaki en önemli nokta, bana göre, bu söylemesi bile zor gelen “üstünlük” savaşlarından kaynaklanıyor. Sizlerin de dikkatini çekmiştir mutlaka. Herhangi bir aile toplantısında dahi nasıl oluyorsa oluyor söz hep aynı noktaya geliyor mesela. Evet; kadın, erkek hepimizin bir türlü kurtulamadığı ancak nasıl olduğunu anlamadan da tartışmaların içine çekildiğimiz o malum savaşlardan bahsediyorum.
Kadın olmak başlı başına zor zanaat bir cinsiyet, orası tartışmasız öyle! Peki ya erkek olmak çok mu kolay sizce? Bana sorarsanız, her iki cinsiyetin de mutlaka ki kendine göre zorlukları vardır. Ama kadına sorsanız, ona göre kadınlık dünyanın en zor işiyken, erkeğe sorsanız aynı düşünceyi kendi cinsiyeti için savunacaktır. Kadın olmanın, hele ki yaşadığımız yüz yılda kadın olmanın zorlukları mutlaka yadırganamaz. Örneğin; modern çağda kadınların iş hayatlarında kanıtladıkları güçleri, ev hayatlarında da kendilerini daha güçlü hissetmelerinin kapılarını aralamıştır. Dikkat edin, kapılarını sonuna kadar açtırmıştır demedim, aralamıştır dedim. Çünkü çalışan bir kadın, dışarıdaki işlerini tamamlayıp evine döndüğünde kendisini bir de yapılması beklenilen; çamaşır, bulaşık, temizlik, yemek, çocuk bakımı, misafir ağırlama gibi pek çok ev yaşamı iş yükü de bekliyor olacaktır. Bunun yanında özellikle çalışan kadınların maaşlarının büyük bir kısmını çocuk bakımı için ödediğine ise değinmeden geçemeyeceğim. Çevremde sırf çocuk bakımı için maaşının yarıdan fazlasını bakıcı hizmetine verdiğinden dolayı iş yaşamlarını sonlandırmak zorunda kalan pek çok kadın arkadaşım mevcut.
Peki, kadınlar hem evde hem işte çalışırken erkekler ne yapıyor? Normal şartlar altında onlar da elbette ailesinin sorumluluğunu karşılayabilmek adına vaktinin büyük bir kısmını iş yaşamlarında geçirip daha ferah bir yaşam ümidiyle borçtan borca da sürüklenerek varlığını sürdürmeye çalışıyor. Her iki taraf da aile sorumluluğu bilinciyle çalıştıklarına göre, peki bu kadın-erkek çatışmaları nereden kaynaklanıyor dersiniz?
Kadınlar ev dışında çalışıyor olmasalar dahi evlerde yapılması beklenilen işler de elbette gizli bir el yardımıyla yapılmıyor. Yani kadın illaki dışarda çalışarak değil, evinde de yerine getirmek durumunda hissettiği pek çok sorumlulukla yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Ancak yine de toplum tarafından hâlâ aşılamayan yanlış bir algı da mevcut maalesef. Kadın, dışarıda çalışmıyorsa, bu düşünceye göre, pek de bir şey yapmıyormuş gibi algılanabiliyor. İşte bu noktada da yüzyıllardır aşılamayan o kadın-erkek çatışmalarından biriyle daha karşılaşmış oluyoruz. Böylece kadın başlıyor; “Ben olmasam sen hiçbir işini kendin yapamazsın!” demeye, erkek de devam ediyor; “Evde sabahtan akşama kadar yatıyorsun!” demeye… Ve sonu gelmeyecek olan kadın mı üstün, erkek mi üstün tartışmaları da yeniden alevlenmiş oluyor.
Biz kadınlar duygusal varlıklarız aslında ve yaptıklarımızın, emeklerimizin görmezden gelinmesine tepki veriyoruz daha çok. Erkeklerse, mutlaka ki maaşlarının eleştirilmesinden ve yetememe düşüncesinin dayatılmasından mustarip bana göre. Aslında çatışmalar yaratmak yerine kadın da olsak erkek de sadece bir ortak noktada buluşmamız gerektiğini fark ettiğimizde, işte o zaman bu savaşlar da yerini barışa bırakabilecektir. Velhasılne kadın üstündür erkekten ne de erkek kadından daha üstün… Kadın ile erkek birbirinin tamamlayıcısıdır yalnızca. Bu, ilahî bir biçimde zaten böyle tasarlanmıştır. Unutmamamız gereken en önemli olgu, işte bu tamamlayıcılıktan başka bir şey değildir bana göre! Temelinde kadın da erkek de yaratılış fıtratı neyse o doğrultuda varlığını sürdürüyor da bir de şu çatışmalar olmasa! Nitekim cinsiyet değil de insan kalabilmek daha bir zor zanaat kıymetli okurlarım…
Sevgiyle kalın…