Değerli okurlarım, öncelikle destekleriniz ve yorumlarınız için her birinize ayrı ayrı teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Konuştuğumuz konuları birlikte irdelemek ve bağlarımızı daha da güçlendirmek bakımından tüm görüşleriniz benim için oldukça kıymetli.
Bu hafta sizlerle, yine gündemin biraz dışında, bir başka sosyal pürüz hakkında sohbet etmek istedim. Hepimizin “cık cık!” diyerek karşıladığımız şu, ayıp nedir bilmeme sorunlarından… Yaşayanınız, karşılaşanınız mutlaka vardır ki ben de şahsım adına sıralayacağım konularda zaman zaman bu yerli yersiz sorularla karşı karşıya kalmışımdır.
Bayramlarda aileler, akrabalar bir araya geldiklerinde genel bir kanıyla mutlu bir birliktelik akıllara geliyor değil mi? Elbette ki sevdiklerimizi ziyaret etmek, bayramlarda dahi olsa bir kahvaltı sofrasında ya da akşam yemeğinde bir araya gelebilmenin tadına doyum olmaz. Ancak sıklıkla karşılaşabildiğimiz hani şu “Evlilik ne zaman? İş bulabildin mi? Atanamadın mı hâlâ? Çocuk ne alemde? Çocuk düşünmüyor musunuz? Niye olmadı ki çocuk?” gibi art arda sıralanabilecek pek çok soruyla da muhatap olabiliyoruz özellikle aile ya da akraba toplantılarında.
Üniversiteden sonra mesela bana en çok; “Ne zaman atanacaksın ya da hâlâ atanamadın mı?” soruları sorulurdu. Derken iş bulunduktan sonra; “Ee, evlilik ne zaman?” soruları başladı. Ardından evlilikten sonraysa, “Aa, kaç yıl oldu hâlâ mı çocuk yok?” ya da “Bak şunu şunu yersen-içersen bebeklerin yaşayabilir, sen de çocuk doğurabilirsin!” dendi. Evlatlarımı doğmadan kaybetmiş olmanın acısıylaysa inanın pek de ilgilenilmedi… Artık kalbiyolojik, yani doğurmadığım çocukların annesi olma yoluna girdim, buna da “Ee, nasıl bakacaksın başkasının çocuğuna? Bu çok çılgınca, emin misin? Yapamazsın!” cümleleriyle muhatap olmak durumunda kaldım. Meraklı insanlarız vesselam! Şimdi burada ayıp nedir bilinmiyor konusunda yazmaya çalışırken dramlarımdan bahsettiğim lütfen algılanmasın.
Ben bunların hepsini çoktan aştım, ancak işte tam da söylemek istediğim, biz etrafımızdaki kişilerin yarattığı söz yaralarını aşmaya çalışırken dahi yine kendi çabamızla sonuca erişebilirken sizce neden bu sorular bana ya da sizlere soruluyor? Yani gerçekten unuttuk mu, ayıp neydi, çok mu eskilerde kaldı?
İşi olmayan insanlara, kendi maaşlarından bahsederek ve diğerinin durumunu ortalığa döke saça konuşmanın kime ne faydası olabilir sizce? Ya da benim örneğimde olduğu gibi, çocuğunun olmadığı apaçık ortadayken ve kişinin kendi dahi kabullenmişken bunlar neden sizce yakamızı bırakan konular olamıyor?
Bir de son yıllarda sıklıkla karşılaştığımız 14-18 yaş aralığında daha çok gözlemlediğim, genç kızlarımızın küfürlü konuşma sorunları var, bahsetmek istediğim…
Öyle yakası açık küfürler olabiliyor ki duyduklarımız, ayıp nedir bu çocuklar bu yaşta bu küfürleri nasıl uluorta sarf edebiliyorlar diye de düşünmüyor değilim. Şimdi bana belki de yine seçkin (!) akrabalarımdan duyduğum gibi, “Doğurmadın ki nereden bileceksin?” üstten bakışlarını ve iğnelemeleri sizlerin sarf etmeyeceğini elbette biliyorum. Ancak söylemeden geçemeyeceğim, toplumumuzda gün geçtikçe artan ve bunun biraz da bana göre, pervasızca dökülebilen yeni bir genç dili (!) olduğunu üzülerek düşünmeye başladım.
Sözcükler diyorum esasında, o kadar kıymetli ki… Hele de Türkçemizde. Yani sorulmasa işsize, niye işin yok diye; sorulmasa atanma bekleyen gençlere, hâlâ atanamadın mı diye ve sorulmasa çocuğu olmayana niye yok diye… Belki o zaman daha rahat atlatabilir insanlar da içinde bulundukları zor durumları. Belki daha güvende hissedebilirler gittikleri akraba ziyaretlerinde kendilerini. Gidilen yerlerde de daha az diken üstünde oturma hissi olabilir belki…
Çok konuştum biliyorum. Değerli vaktinizi daha fazla almamak için şimdi ben susayım, sizler de Yaşar Kemal’in “İnce Memed” isimli kitabında geçen şu sözlere bir göz atın. “İnsanlarla oynamamalı! Bir yerleri var, bir ince yerleri, işte oraya değmemeli!” Sevgiyle kalın değerli okurlarım…