Değerli okurlarım, öncelikle her hafta tek tek büyük bir keyif ve onurla okuduğum hatta dönem dönem sosyal medya hesaplarımdan da paylaştığım güzel yorumlarınız için teşekkür ve saygılarımı sunarak başlamak istiyorum. Uzun zamandır geniş bir aile gibi burada birlikte tartışıp gözlem ve duygularımızı paylaştığımız gündem konularından uzak, gelin hep birlikte kim kime sahip biraz da ondan bahsedelim…
“Sahip” diyorum çünkü aitlikler özellikle son zamanlarda bir hayli yön değiştirmiş gibi görünüyor. Üstelik hiçbirimize pek de uzak mesafede durmuyor bu sahip/ait paradoksları. Hepimizin hayatına birdenbire girmiş gibi yanımızdan ayırmayıp hatta neredeyse vücudumuzun bir parçası durumuna gelmiş olan telefonlarımızdan bahsediyorum. Genel itibariyle yenilik ya da çağ karşıtı bir insan olmadığımı elbette bilenler bilir ancak ben sadece, biraz fazla abarttığımızı kendimi de katarak dile getirmek istiyorum. Telefonlarımızı yanımızdan ayırmıyoruz, peki neden? Her an önemli bir mesaj mı alabiliriz, sosyal medyamızda paylaştıklarımızı kaç kişi beğendi ona da paylaşımın ardından sık sık bakmamız mı gerekiyor ya da ne bileyim gerçekten vaktimiz sürekli sosyal medya etkileşimleri için oldukça bol mu?
Sıralamadığım daha pek çok nedenden dolayı ya da tamamen sebepsiz bir biçimde de olsa ne olduysa oldu ve hep birlikte yuvarlandık bu telefon yokuşunda… Mutlaka fark etmişsinizdir, bir iki dakikalığına dahi elimize aldığımız telefonlarda, zamanı o kadar hızlı kaybedebiliyoruz ki birden ekrandan uyanıp etrafımıza baktığımızda birkaç dakika belki de yarım saati bulabilmiş oluyor. Hâlbuki hayattaki en değerli olgumuz hele ki çağımızda “zaman” kavramı değil miydi? Ne bileyim birilerine yetişemediğimizi hissettiğimizde ya da ihmal ettiklerimiz olduğunda ya da neden okumuyoruz sorusuyla karşılaşıldığında hep aynı cümle çıkmıyor muydu ağızlardan; zamanım yoktu, çok yoğundum, vaktim kalmadı gibi zamanın ehemmiyetini hatırlatan cümlelerden biri gibi mesela…
Dürüst olmak gerekirse demeyeceğim çünkü zaten dürüst olmak gerekir! Hep arkasına sığınılan bir bahane olarak zaman sıkıntısından bahsedilebiliyorken nasıl oluyor da aynı zamanda, aynı insan olarak şu telefonlarda başka bir yaşam sürüyor gibi ek vakitler bulabiliyoruz sizce? Şimdi bu sözlerimden dolayı teknolojinin ya da bilişim çağının gerilerinde kalmışım gibi bir algı oluşmasın değerli okurlarım. Bilişim çağında zamanı hızlandırıp hemen her işimizi geçmiş dönemlere nazaran çok daha kaliteli verimliliklerle çözümleyebildiğimizi inkâr edemeyiz. Ancak durum, telefonlarla birlikte yaşayıp bambaşka dünyalara dalıp içinde bulunduğumuz zamanı unutma konusuna geldiğinde, bu defa kontrol bizde değil, tamamen telefonlarda olmuş oluyor demek istiyorum. Yani unutmuş oluyoruz, tıpkı zamanı unuttuğumuz gibi, kim kime sahipti, kim kime aitti onu da unutmuş oluyoruz. Ve bu noktada da tehlike çanları çalmış oluyor demektir.
Çok fazla uzatmadan kenarda köşede kalmış ve konuşulmayanlar arasında dikkatimi çeken bir haberden bahsetmek istiyorum. İki çocuk sahibi bir sosyal medya kullanıcısı kadın, TikTok hesabından yayın yaparken yaşanılan bir olay. Haberde, başlangıçta alıştığımız görüntülerle bir dış mekânda, yol kenarında yayın yapıp dans eden kadın, büyük çocuğunun uyarısıyla gerçek dünyaya dönüp küçük çocuğunun araç kazasına kurban gitmesini son anda engelleyebilmişti. TikTok yayını yüzünden neredeyse çocuğunun ölümüne dahi o sırada dans ettiği telefon kamerasından şahit olacaktı. Neyse ki büyük çocuğun uyarısı sayesinde anne de diğer çocuğunu son anda araç önünden kurtarabildi.
Tüm bunları ele aldığımızda sizce telefonlar mı bize sahip yoksa biz mi onların sahibiyiz? Kim kime sahip, kim kime ait? Sevgiyle kalın değerli okurlarım…