Değerli okurlarım, bu haftaki yazıma geçmeden önce müsaadenizle geçen hafta yazdığım istismar konusunda gelen bir yorumdan bahsetmek istiyorum. Yorum yaparken yalnızca “Kadın” olarak yazmaya başlayan kıymetli okurum, yorumunuz beni derinden sarstı. Yorum yaparken dahi kendi ismimle değil, sadece kadın sıfatıyla yazıyorum ifadeniz, esas çekinmesi gerekenin siz olmadığınızı bu yazımın girişinde bağır çağır söyleyebilme ihtiyacımı doğurmuş oldu.
Siz değilsiniz çekinmesi gereken, siz değilsiniz yorum yaparken dahi kendi ismini kullanma sorunu yaşaması gereken, siz bundan ibaret değilsiniz. Lütfen sevgili kız kardeşlerim, esas utanması ve çekinmesi gerekenlerin, bu istismar belasını yaşatan ve erkekliği yalnızca cinsel bir dürtüden ibaret sanan kör ve sapık zihniyetlerin olması gerektiğini unutmayalım! Siz değilsiniz ve yalnızca istismardan ya da kadın sıfatından ibaret değilsiniz! Değerli yorumlar ve destekleriniz için her birinize ayrı ayrı teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum kıymetli dostlar…
İstismar konusu, yaşatılmaya devam edildiği sürece de sessizleşmek yerine, tam tersi bir yüksek sesle hep birlikte konuşup kötü giden her ne varsa, birlikte önüne geçebileceğimize yürekten inanıyorum çünkü.
Elbette pazar günü yaşadığımız millî birlik gücümüzün, tarihimizde olduğu gibi, her zaman kötü gidişatlar konusunda, nasıl birlikte dur diyebildiğimizi de gösterdiğini en yakın örneğimiz olarak vurgulayabiliriz.
Diğer bir yandan bu hafta değinmek istediğim konu, üslup meselesi… Bir şeyi ifade etmeye çalışırken en güzel haliyle söyleyebilme gücüne sahipken sizce neden çoğu zaman en kötü diller tercih ediliyor hiç düşündünüz mü?
Benim çok dikkatimi çekiyor, çevremde de zaman zaman karşılaşmıyor değilim, sizler de karşılaşıyor olabilirsiniz. Çünkü kolay mı geliyor düşünmeden konuşmak ya da bile isteye mi kötü dil tercih ediliyor orasını kaç yaşına gelirsem geleyim çözemeyeceğim muhtemelen. Ancak öğrendiğim bir şey var ki, bir sözcük ağzımızdan çıkana kadar bizim esirimiz; fakat ağızdan çıktıktan sonraysa biz o sözcüğün esiri olmuş oluyoruz. O yüzden diyorum ki üslup düşündüğümüzden de daha önemlidir hayatlarımızda.
Çok değil daha pazar günü, oy kullandıktan sonra kahvaltı için bir yere geçmeye çalışırken ufak bir trafik kazası yaşadım. Arabama, 20’li yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim biri arkadan çarpıverdi. Adana trafiğimizi bilirsiniz, bazen yaşayabiliyoruz bunları. Araçtan inip hasara bakmaya çıktığımdaysa, tartışma çıkar mı diye ufacık bir kalp çarpıntısı da hissetmedim desem yalan olur. Ancak çarpıştığımız genç çocuk, öyle kibar bir dille özür diledi ki o anda araçta hasar olmuş olsa dahi “Aman, canımız sağ olsun, canım!” dedirtebilecek bir üsluptu yani… Özetle; hamdolsun bizlerde de araçlarda da hasar olmadan, el sıkışıp karşılıklı geçmiş olsun dileklerimizle oradan ayrılmış olduk.
Bu yakın örneğimizden baktığımızda, şayet arabaya çarpan genç, tam tersi bir üslupla yaklaşmış olsaydı, ister istemez insan olarak karşılıklı gerginlikler yaşayabilirdik. Ancak öyle olmamış oldu ki; üsluptur, insanı diğer insanlara yaklaştıran ya da uzaklaştıran herkesten…
Taşkınlıkların yaşanmadığı seçim kutlamaları da bu düşüncelerimi destekler nitelikte değil miydi sizce? Yani kim hangi partiyi kendine yakın görmüş olursa olsun, kimsenin kimseyi ötekileştirmediği, kutlama üslubumuz, kötü kelimelerle kendimizi esir etmemiş olduğumuzu ve doğru üslubun küçümsenmeyecek önemini de kanıtlamış oldu bana göre. Konuşulurken ve yaşanırken güzel olanların tercih edilmesi dileğimle…